Prepared by. Osman Göktürk Günhan

Ed. by Büşra Özçelik Rençber


Dogmatik hukuk kaynakları, hukuka yönelik sabit tanımlar yapma yoluna gitmektedirler. Bunu yapmaktaki amaç; zaman, mekân ve konu olarak sınırlanmış bir bağlamda, yürürlükte olan kuralların nasıl uygulanacağını ifade etmektir. Bu noktada hukukun yaygın tanımı, toplumda kişilerin davranışlarını ve ilişkilerini düzenleyen ve uyulması devlet zoruna bağlanmış kuralların bir bütünü[ii] olarak veya buna benzer şekillerde[iii] tanımlanmıştır. Bu tanımların hukukun “eli sopalı” tarafını ön plana çıkardığı söylenebilir. Oysaki hukuk, çok boyutlu değerlendirilmeyi hak eden ve o şekilde değerlendirilmesi gereken bir konsepttir. Nitekim hukukun ne olduğuna yönelik tanımlara yer veren yazarlar da söz konusu tanımların yeterli olmadığını açıkça ifade etmektedir. Bu kapsamda durağan bir tanım vermekten kaçındığında hukukun ne olduğuna ilişkin yapılmış aşağıdaki tanım ön plana çıkmaktadır:

            “Hukuk, adalete yönelmiş toplumsal yaşam düzenidir” [iv].

Bu tanım, hukukun yerine getirdiği tüm fonksiyonları kavrayacak genişlikte ve aynı alanda yer alan diğer normatif kurallardan ayırt edilebilmesini sağlayacak darlıktadır.[v] Yukarıda anılan hukuk tanımının, bu yazının varlık sebeplerinden biri olduğunu ifade etmek istiyorum. Zira bu tanım olmaksızın toplumun yöneldiği yaşam düzeni üzerine düşünmem mümkün olmazdı.

Bu yazıya konu olan kitap[vi] her şeyden önce sorgulayan ve okuyucusuna -başta kendisi olmak üzere- birçok şeyi sorgulatan bir kitap. Ben de hem bir okuyucu hem de hukuk üzerine düşünmeyi öğrenme gayretinde olan bir hukuk fakültesi öğrencisi olarak bu sorgulamanın bir parçası olabilmeyi umuyorum.

Distopik Bir Gelecek Öngörüsü İçinde Ceza Hukuku Düşüncesi

İnsanı diğer varlıklardan ayırt eden şeyin ne olduğu sorusu, genellikle, insanın düşünebilen bir varlık olmasından hareketle cevaplanır. Peki, aynı kabiliyete sahip ve aynı formda başka bir varlık daha olduğunu düşünürsek bu sorunun cevabı değişecek midir? Böyle bir durumda bu yeni varlıkların da insan sayılması mı gerekir, yoksa bu soruya cevap verebilmek için insanları bu yeni varlıklardan ayırt edecek başka özellikler üzerinde mi durulmalıdır?

Androidler Elektrikli Koyun Düşler Mi?”, Philip K. Dick tarafından yazılıp 1968’de yayımlanan, okuyucuyla buluştuğu günden itibaren büyük ses getirmiş bir bilim kurgu romanıdır.[vii] Günümüzün popüler kavramlarından biri olan Cyberpunk akımının öncülerinden sayılabilecek roman; Büyük Buhranı, II. Dünya Savaşı’nı ve Soğuk Savaş’ı yaşamış Dick’in kendi kendine sorduğu soruların bir yansıması olarak görülebilir.

Roman, “Son Dünya Savaşı” adı verilen III. Dünya Savaşı’nın sonrasında geçen olayları konu almaktadır. Savaş nedeniyle dünyanın büyük bir kısmı radyoaktif toza maruz kalmış, dünya dışı kolonileşme programları devlet politikası haline gelmiştir. Dünyada kalmak hem radyoaktif serpinti hem de BM politikaları nedeniyle neredeyse imkânsız hale gelmiş olsa da çeşitli bölgelerde insanlar yaşamaya devam etmektedir. Dünya’da kalanların ya göç etmeyi reddedenler ya da serpintinin etkisiyle zekâ geriliği yaşadığı için göç etmekten menedilen insanlar[viii] olduğu görülmektedir.

Savaş döneminde birer silah olarak kullanılan “Sentetik Özgürlük Savaşçısı” isimli insansı robotların (ya da organik androidlerin) kullanım amacı tamamen değişmiştir. Yabancı bir dünyada insanların yapamayacağı işleri gören androidler kolonileşme projelerinde büyük bir rol oynamış, BM tarafından her göçmene ücretsiz olarak bir yardımcı robot sağlanmıştır. Bu sayede insanlar Mars’a göç etmeye teşvik edilmiş, zevk ve ihtiyaçlarına göre tasarlanmış “android hizmetkârlar” onlara ödül olarak sunulmuştur fakat bunlar açıkça köle olarak değerlendirilmektedir:[ix]

            “… güney eyaletlerinin İç Savaş öncesindeki o eski mutlu günlerini yaşatır! İster hizmetkâr ister yorulmak bilmeyen bir çiftlik işçisi olsun, müşterinin isteğine uygun bu insansı robotlar -İHTİYACINIZA GÖRE, SADECE VE SADECE SİZE ÖZEL tasarlanmıştır- geldiğinizde size, dünyadan ayrılmadan önce istediğiniz şekilde tam donanımlı ve tamamen ücretsiz verilecektir.”

Androidler, komplike ve dış görünüşleri itibariyle neredeyse insanlardan ayrılamaz varlıklardır. Özellikle son geliştirilen Nexus-6 modeli, birçok gerçek insanı bile aşabilecek özelliklere sahiptir:[x]

            “… Başka bir deyişle, yeni Nexus-6 beyin ünitesiyle donanmış androidler kaba, pragmatik ve pratik bakış açısından, insan ırkının büyük -ama aşağı- bir kesiminden daha gelişmişti. İyisiyle kötüsüyle. Hizmetkar bazı durumlarda efendisinden daha maharetli olmuştu.”

Ancak bir android, saf zihinsel kapasite bağlamında ne kadar ileri olursa olsun, özellerde[xi] dahi bulunan empati yeteneğinden yoksundur; androidler sadece empatiyi simüle edebilir. Kimi androidler, sahiplerini öldürerek Dünya’ya kaçmaktadır. Bunlar “ödül avcıları” tarafından yakalanma riskini göze almış olan androidlerdir. Ödül avcıları, polisle çalışan ve Mars’tan kaçıp Dünya’ya gelen androidleri emekli etmekle (öldürmekle) görevli insanlardır. Romanın ana karakteri Rick Deckard da bir ödül avcısı olup Mars’tan kaçan altı androidi emekli etmekle görevlendirilmiştir. Kitap da bu olay çerçevesinde şekillenmektedir.

Daha girift sorulara gebe olan kitaba ilişkin olarak bu yazıda şu sorular sorulacaktır:

Yapay zekâya sahip bir varlığın köle olarak kullanılması nasıl değerlendirilmelidir?

İnsansı robotlar kasten öldürme suçunun faili olabilir mi?

Bu soruların cevabı, Türk Ceza Hukuku bakımından ne şekilde ele alınmaktadır? Son zamanlarda çokça tartışılan yapay zekânın cezai sorumluluğu meselesi, anılan roman perspektifinden nasıl cevaplanabilir? Öncelikle, Ceza Hukuku’nun amacı Türk Ceza Kanunu’nun 1’inci maddesinde şöyle ifade edilmiştir:

“(1) Ceza Kanununun amacı; kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemektir.”

İlgili hüküm, Ceza Hukuku’nun toplum hayatının bütününü kapsadığını açıkça göstermekte; bizleri kişi hak ve özgürlüklerinden çevreye dek geniş bir hareket alanına yerleştirmektedir. Ancak bu geniş hareket alanının sınırlandırılması bir zorunluluktur, bu nedenle son çare olma/ultima ratio ilkesi her daim göz önünde bulundurulmalıdır. Aksi halde her türlü haksızlığın Ceza Hukuku yaptırımları ile çözülmesi gerekir. Oysaki Ceza Hukuku, toplumda yalnızca belirli bir önemde görülen haksızlıkları konu eder.[xii]

Ceza Hukuku’nun amacına yönelik açıklamada, konu bağlamında, dikkat çeken en önemli unsurlardan biri “kişi” kavramıdır. TCK’da sıkça geçen “kişi” ifadesi bu Kanun’da tanımlanmamıştır. Kişi kavramı, Türk Hukuku bakımından, gerçek ve tüzel kişiler olmak üzere Türk Medeni Kanunu’nda tanımlanmıştır.

Gerçek kişi, en yalın haliyle insandır. Gerçek kişiler TMK m.28’de şöyle düzenlenmiştir:

‘’Kişilik, çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlar ve ölümle sona erer.’’

Doktrinde tam doğum, çocuğun ana rahminin dışında bağımsız bir varlık kazanması; sağ doğum ise kısa bir süre için de olsa çocuğun anadan bağımsız yaşaması olarak ifade edilmektedir.[xiii]

Tüzel kişiler, hukuk düzeni tarafından kişi sıfatı tanınmış varlıkları işaret etmekte olup TMK m.47’de düzenlenmiştir:

‘’Başlıbaşına bir varlığı olmak üzere örgütlenmiş kişi toplulukları ve belli bir amaca özgülenmiş olan bağımsız mal toplulukları, kendileri ile ilgili özel hükümler uyarınca tüzel kişilik kazanırlar.’’

Tüzel kişilerin ceza yaptırımına tabi tutulamayacağı TCK m.20/2’de belirtilmiştir. Bahsi geçen hükmün ilk fıkrasında ve Anayasa’nın 38’inci maddesinde ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi düzenlenmiştir. Bu ilke uyarınca bir suçtan ancak onu işleyen kişi sorumlu tutulabilir, kişi toplulukları ya da tüzel kişilerin ceza sorumluluğu kabul edilmez.[xiv]

Ancak özellikle tüzel kişilik kavramı göstermektedir ki bir varlığa “kişi” sıfatını veren, kanun koyucunun iradesidir. Esasen bu durum gerçek kişiler bakımından da söz konusudur; örneğin Roma Hukuku’nda mevcut kölelik kurumu nedeniyle hak ehliyeti olmayan, esas itibariyle bir hakkın konusu olan insanlar[xv] söz konusu iken günümüzde hiçbir insanın köle olamayacağı evrensel bir kabuldür. Ancak bu durum, tıpkı eşya statüsündeki kölelerin kişi statüsü kazanmaları gibi, kişi sayılan ya da sayılmayan varlıkların durumunun ileride değişme ihtimali bulunduğu şeklinde yorumlanabilir. Bu düşünce şu bakımdan önemlidir: Günümüz hukuk sistemlerinde “kişi” statüsünde yer almayan bir varlık, kanun koyucunun iradesi ile “kişi” kabul edilebilir. O halde, fiziksel bir varlığı olmaksızın yapay zekânın ya da yapay zekâlı varlıkların kişi sıfatı kazanmaları mümkündür. Fakat doktrinde yapay zekâlı varlıkların kişi statüsüne alınmasına gerek olmadığı[xvi] veya bu varlıklara sui generis bir kişilik modeli tasarlanabileceği[xvii] yönünde görüşler de mevcuttur.

Yapay Zekâya Sahip Bir Varlığın Köle Olarak Kullanılması Nasıl Değerlendirilmelidir?

TDK’ye göre köle, birinin emri altında bulunan, özgür olmayan kimse anlamına gelir. Köleleştirme, Türk Ceza Hukuku’nda cezai sorumluluğu gerektirmekte olup TCK’nin 77’nci maddesinde düzenlenmiştir. Hükme göre siyasal, felsefi, ırki veya dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işkence, eziyet veya köleleştirme fiillerinin işlenmesi, insanlığa karşı suç oluşturur. Belirtmek gerekir ki bir kişinin köleleştirilmesi fiilleri, somut olaya göre farklı suçlardan cezai sorumluluğu gerektirebilir fakat bu yazı bağlamında bu suçlar bakımından ayrıca değerlendirme yapılmamıştır.

Gerek köleliğin tanımında gerekse Türk Ceza Kanunu’nun bahsi geçen hükmünde dikkat çeken husus “insan” vurgusudur. Zira bu suçların mağduru gerçek kişidir. Bu durum tarihsel gerçeklerin bir yansıması olarak değerlendirilebilir.[xviii] Fakat burada şöyle bir soru sorulması gerekir: Bir insanın köle olarak kullanılması mı, yoksa konsept olarak köleliğin kendisi mi insanlığa karşı suç teşkil eder? Suçta ve cezada kanunilik ilkesi gereğince kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez, kanunda yazılı olan cezalardan başka cezaya hükmolunamaz. TCK m.77’de yer alan düzenlemeye göre köleleştirme ancak siyasal, felsefi, ırki veya dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli bir şekilde gerçekleştirilirse suç sayılacaktır. Bu düzenlemeye göre suç olan bir “insanın” köleleştirilmesidir. O halde insan dışında bir varlık, gelişmiş bir yapay zekâya sahip olmasına rağmen, köle olarak kullanılsa dahi bu suç kapsamında değerlendirilmez.

Peki ya köle olarak kullanılan varlık bir insan değilse kölelik meşru mu kabul edilecektir? Bu soruyu sormak, kimileri için abesle iştigal olabilir. Köleliğin yalnızca insanlara yönelik olarak gerçekleşebileceğini, insan dışında bir şeyin -örneğin bir mutfak robotunun veya klimanın- köleleştirilmesinden bahsedilemeyeceğini ileri sürmek gayet mümkündür. Nitekim günümüz teknolojisinin izin verdiği ölçüde her eşya bir işe özgülenmiştir ve bu kölelik anlamı taşımaz. Fakat bu noktada dikkat edilmesi gereken husus, verdiğimiz örneklerin kitapta bahsedilenlerin aksine bilinç sahibi olmamasıdır. Bilincin varlığı, etik bir sorun ortaya çıkarmaktadır. Kitaptan uyarlanan Blade Runner filminde bir android, uzun bir kovalamacanın ardından çatıdan düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalan Deckard’a şöyle der:

“Korkuyu tatmak için iyi bir tecrübe, değil mi? İşte köle olmak böyle bir şey.

Bugünkü hukuk düzenimiz, köle olarak kullanmak amacıyla tasarlanmış olası android hizmetkârları belirtilen suç kapsamında korumamaktadır. Kitapta kabul edilen tutumun da bu olduğu, BM eliyle androidlerin göç eden insanlara verilmesinden, açıkça görülmektedir. Kısacası, günümüz hukuk sistemi dikkate alındığında insanlık suçu köleleştirme konseptinden ziyade bir insanın köle olarak kullanılmasıdır; yani köleleştirme fiili bakımından suçun mağduru insansı robotlar olamayacaktır.

İnsansı Robotlar Kasten Öldürme Suçunun Faili Olabilir Mi?

Kasten insan öldürme suçu Türk Ceza Kanunu’nun 81’inci maddesinde düzenlenmiştir. Hükme göre bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır. Kasten öldürme suçu neticeli bir suç olup ölüm neticesine yönelik elverişli her türlü hareket suçun fiil unsurunu oluşturur. Daha önce ifade edildiği üzere Türk Ceza Hukuku’nda gerçek kişiler dışındaki kişilerin ceza sorumluluğu doğmaz.[xix] İnsanların ceza sorumluluğunun kabul edilmesindeki (tüzel kişilerin ceza sorumluluğunun kabul edilmemesindeki) en önemli husus, insanların özgür iradeye dayalı hareket etmeleridir. Fakat yapay zekânın otonom karar verebilme yeteneğine sahip olması, meselenin tüzel kişiler bakımından uygulanan çözümlerden farklı bir şekilde ele alınması gerektiğini açıkça göstermektedir.

Yapay zekâ sisteminin bir insan tarafından kontrol edildiği durumlarda suçun faili, bizzat yapay zekâyı kontrol eden kişi olacaktır. Yapay zekânın otonom hareket ettiğinin kabul edildiği hallerde ise programlayanın sorumluluğu gibi meseleler gündeme gelebilir fakat konunun yine yapay zekânın kişiliğe sahip olup olmadığı tartışmasında düğümleneceği muhakkaktır. Kısacası, günümüzde bu soru olumsuz cevaplanmakta fakat bu cevabın altyapısındaki yetersizlik kendini belli etmektedir.

Son olarak belirtmek gerekir ki kitapta kanuni bir düzenlemeden bahsedilmemekle birlikte dünyaya kaçıp gelen, kaçmak için insanları öldüren, androidler Deckard gibi ödül avcıları tarafından devlet tarafından verilen yetkiyle emekli edilmekte, yani öldürülmektedir. Bu halde, kitap bağlamında, androidlerin/insansı robotların cezai sorumluluğu bulunduğu ve işlemiş oldukları suç neticesinde idam cezasına tabi oldukları ifade edilebilir. Günümüzde de yapay zekâya yönelik “pratik anlamda idam cezası” uygulanabileceğine dair görüşler mevcuttur.[xx] Ancak Türk Ceza Kanunu’nda idam cezasının bir yaptırım olarak düzenlenmediği hatırdan çıkarılmamalıdır.  Dolayısıyla, yapay zekânın cezai sorumluluğu kabul edilse dahi “pratik anlamda idam cezası” anlamına gelen bu yaptırımın yapay zekâya uygulanabilirliği konusu yeni tartışmalar ortaya koyacaktır.


[i] Philip K. Dick, Androidler Elektrikli Koyun Düşler Mi?, (Çeviren:Nur Yener), 3. Bası, Alfa Edebiyat, 2020.

[ii] M. Kemal Oğuzman, Nami Barlas, Medeni Hukuk, 25. Bası, Vedat Kitapçılık, 2019, s. 2.

[iii] Hukuk tanımları için bkz Kemal Gözler, Hukukun Temel Kavramları, 17. Bası, Ekin Yayınları, 2019, s.17; Murat Volkan Dülger, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 1. Bası, Hukuk Akademisi, 2021, s.3.

[iv] Vecdi Aral, Hukuk ve Hukuk Bilimi Üzerine, 3. bası, 1979, s.13; Yasemin Işıktaç, Sevtap Metin, Hukuk Metodolojisi, 8. Bası, Filiz Kitabevi, 2021, s.43.

[v] Işıktaç/Metin, a.g.e., s. 43.

[vi] Dick, b.a.

[vii] 1982 tarihli Blade Runner filmi ‘’Androidler Elektrikli Koyun Düşler Mi?’’ romanından esinlenilmiş bir sinema filmidir. Bilim kurgu sinemasında kült bir yeri olan film de, tıpkı kitap gibi, günümüze dek etkilerini sürdürmüştür.

[viii] Göç etmekten menedilen insanlar “özeller” ya da “tavuk kafalılar” olarak isimlendirilmektedir.

[ix] Dick, a.g.e., s. 24.

[x] Dick,a.g.e., s.37.

[xi] Bkz. Dick, a.g.e., s. 24.

[xii] Dülger, a.g.e., s.46.

[xiii] Mustafa Dural, Tufan Öğüz, Kişiler Hukuku,22. Bası, Filiz Kitabevi, 2021, s.17.

[xiv] Dülger,a.g.e., s. 369-378.

[xv] Bülent Tahiroğlu, Belgin Erdoğmuş, Roma Hukuku Dersleri,15. Bası, Der Yayınları, 2021, s.144-146.

[xvi] Bkz .Sinan Sami Akkurt, “Yapay Zekanın Otonom Davranışlarından Kaynaklanan Hukuki Sorumluluk” Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi Dergisi, S.13, 2019, s.39-59, (Çevrimiçi) https://dergipark.org.tr/tr/pub/mdergi/issue/45986/581875,  (20.12.2021) .

[xvii] Bkz Ceren Özbek ve Veli Özbek, “Yapay Zekânın Dâhil Olduğu Suçlar Bakımından Ceza Hukuku Sorumluluğunun Belirlenmesi”, Ceza Hukuku Dergisi, C.14, S.41, 2019, s. 603 – 622, (Çevrimiçi) https://app.trdizin.gov.tr/makale/TXpVME9UWTRPQT09 , (20.12.2021).

[xviii] Ayşen Seymen Çakar, “İnsanlığa Karşı Suçlar”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, S.103, 2012, s. 169 – 198, (Çevrimiçi) https://app.trdizin.gov.tr/makale/TVRRek1ERTVPUT09/insanliga-karsi-suclar, (20.12.2021).

[xix] Ancak failin insan (kişi sıfatına sahip) olması da her durumda ceza yaptırımına muhatap olması anlamına gelmemektedir. Örneğin failin on iki yaşından küçük bir çocuk olması halinde ceza yerine güvenlik tedbiri uygulanır.

[xx] Özbek/ Özbek, a.g.m., s. 618.